7 Aralık 2012 Cuma

Kahve Demişken...

Ve... 

Hazır yeri gelmişken, 

Los Angeles'taki Pasifica Enstitüsü tarafından düzenlenen ve çok sayıda üst düzey misafirin katıldığı 6. Diyalog ve dostluk yemeğinde büyük beğeni toplayan "Türk Kahvesi Sunumu".




KAHVE TÜCCARI

Orjinal isim: The Coffee Trader

Yazar: David Liss
Yayın Evi: Literatür Yayıncılık / Tarihsel Romanlar Dizisi
Yayın Yılı: 2004
Çeviren: 489
Sayfa Sayısı: 489



Arka Kapak:


Amsterdam'ın Portekiz Yahudilerinden bir tüccar olan Miguel Lienza da bu gerçeğin farkındadır.Şeker piyasalarındaki ani bir düşüşle her şeyini kaybeden genç tüccarı yıkımdan kurtarabilecek tek şey kahvedir.Böylece Miguel, Yahudi cemaatini çok sıkı kurallarla yöneten Ma'amad'a karşı çıkmak pahasına kendisine son bir şans sunan çekici Hollandalı bir kadınla, Geertruid Damhuis'le ortaklık kurar.


Ancak dünyanın ilk borsasında göz açıp kapayıncaya kadar servetler kazanıp kaybedilmektedir, üstelik dostların bile gizli hesaplar içinde olduğu bir kentte, yalanı, hileyi ve onca tehlikeyi aşıp kahve ticaretini ele geçirmek hiç de kolay olmayacaktır, kahvenin büyüsüne ve Yahudi tüccarın zekasına rağmen...


***
Kahve tiryakisi olarak severek okuduğum, kütüphanemde bulunmasından mutluluk duyduğum bir roman. 

Bu kitapla beni tanıştıran, blogunu severek takip ettiğim thalassapolis'e teşekkürler ederim:) 

Kasım 2010'da okuduğum ve bu kadar sevdiğim halde buraya yazmakta neden böyle geciktiğim konusuna gelince... Hiç bir fikrim yok:)

Kahve Tüccarı, borsa dünyasında dönen entrikalar ve kahvenin bir içecek olarak keşfi üzerine yazılmış tarihi bir roman. 
Avrupa'da kahvenin sadece tıbbi amaçlı kullandığı, 1650'li yıllarda Hollanda'da yaşayan yahudi tüccar Miguel Lienzo'nun öyküsünü akıcı, sakin bir dille anlatıyor. Yormuyor, germiyor, bittiğinde tadı damağınızda kalıyor. 




KULAK MİSAFİRİ


(Elli Karakter)
Orjinal isim: Ohrenzeuge Fünfzig Charaktere

Yayınevi: Payel
Yayın Yılı: Almanca-1974, Türkçe-1994
Çeviren: Şemsa Yeğin
Sayfa Sayısı: 143

Arka Kapak: 

Kulakmisafiri'nin elli sabit fikirlinin hızlı kalem darbeleriyle çizilmiş portrelerinden oluştuğu söylenebilir. Canetti nin bu yapıtı, yirmili yaşlarında yazmayı tasarladığı ve delileri anlatan roman dizisinin imbikten geçirilmiş kısacık bir özetini andırıyor. Körleşme de sabit fikirlileri gözlemleme ve betimleme ustası olarak karşımıza çıkan Canetti, bu kez başka bir dünyada farklı ve de sabit fikirli insanların, kapsüller içinde yaşayan insanların hayal ya da kuruntularıyla yarattıkları dünyaları anlatıyor bize. 

Kolay okunan bir kitap olmadığı konusunda uyarır, salim ve de sakin kafayla okumanızı tavsiye ederim.
Kitabı size anlatmak yerine bu kez, uzun ve açıklayıcı önsözünden alıntılar yapmak istiyorum:

Önsözden:
...
"Kulakmisafiri'ndeki karakterlerin pek azı hemen ve de kolayca anlaşılabilecek nitelikte. Pek az başlık, onu izleyen metin ya da anlatılan karakter hakkında okura ipucu verebiliyor. Hatta, "Kör" "Kulakmisafiri" gibi anlaşılması kolay ya da yerleşik sözcüklerden oluşan başlıklar da metinle beklenen bağlantıyı hemen kurabilen, okura anlama kolaylığı sunan başlıklar değil."
...
"Yazarın bu kitabının anlaşılmasındaki zorluk, belki de metinlerin basit oluşlarında yatmakta. Okur,ilk elde metni hemen anladığını, garip bir gerçekliği kavradığını sanıyor, ama bu gerçekliği tekrar dile getirmekte aynı kolaylıkla karşılaşmıyor."
...
"Son tümceler, belki de okura en çok yardımcı olan söylemlerden oluşuyor. Sonuç olarak betimlenen kişilikler, özelliklerinin sıralanmasıyla değil, fikirlerin yarattığı imgelerle çiziliyorlar."

25 Ekim 2012 Perşembe

RENGARENK-2





Kurban Bayramınız Mübarek Olsun... 

Çocuklarım bayramları rengarenk hatırlasın istiyorum (2)






18 Ağustos 2012 Cumartesi

RENGARENK



Çocuklarım bayramları rengarenk hatırlasın istiyorum...

17 Ağustos 2012 Cuma

Bayram Ola!



Bu hafta sonu bayram alışverişindeydim:)
Kendime bir çanta, bir ayakkabı, kuzulara da birer pantolon almak için çıktım sözde.
Kuzulara birer pantolon, birer gömlek, bilmem kaçar uzun kollu penye, bilmem kaçar eşofman altı derken bir de baktım ellerin kollarım dolmuş, iftara ramak kalmış.
Allah’tan yolumun üzerindeki çantacıdan içine en az “iki bebek bezi, bir paket ıslak havlu, bir tam takım yedek kıyafet, bir paket çubuk kraker” sığacak büyüklükte, istediğim gibi bir çanta buldum. Ayakkabıysa aceleye gelişi, içime sinmeyişi, bir de satıcının fazla üzerime gelişi sebebiyle bayram sonrasına kaldı ya da başka bayrama:) Onun yerine vitrininin önünden koşar adımlarla geçip iftara yetişmeye çalışırken, iki saniyede vurulup, beş saniye de karar verip, on saniyelik başarısız bir pazarlık girişiminin ardından topu topu bir dakika içinde satın aldığım eteğeymiş kısmet:) Neye niyet neye kısmet diyelim:)

Bayram alışverişi dediğin çarşıdan ama gerçek çarşıdan yapılır bana kalırsa. Uzun çarşı, okçular, kapalı çarşı alt üst edilir…
İğne atsan kimin tepesine saplanır bilinmez bir kalabalıkta istediğin yönde değil de içine karıştığın kalabalığın seni sürüklediği yöne doğru akarak, ayaklarının üzerinde ayaklar taşıyarak, birlikte gezdiğin kişiyi kaybetmemeye gayret ederek gezilir…
Sınırsız seçme hakkı kullanılır, pazarlık edilir, tok satıcıya kızılır, burnu büyük tezgahtara sinir olunur, şıkır şıkır tezgahlara bakıp çocuk sevinçler yaşanır…
Bayram alışverişi başka zamanlarda edilen alışverişe benzemez, heyecan verir, mutlu eder, neşelendirir, heveslendirir…
Hediyeler almak ister insan, renk renk şekerler, lokumlar, çikolatalar, taze çekilmiş kahve; zambak, tütün, leylak, limon kolonyaları, eşe dosta minik armağanlar…

Bayram alışverişi demek, bayrama kavuşmanın sevinci, Ramazan’ı uğurlamanın tatlı hüznü demek…

Geliyor, geldi derken; imsak-iftar arası sadece bedenimizi değil, benliğimizi perhize çekme çabasıyla; sahur zamanı, iftar sofrası telaşıyla; davetlere, davet edilenlere koştururken mübarek Ramazan’ın sonuna yaklaştık, “ne çabuk geçti, ben bir şey anlamadım” serzenişlerini seslendirmeye başladık.

Sabrın sonu selamet malum; Ramazan’ı önce bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinde gönlümüzün tüm dileklerini kabule sunarak, hemen ardından da tarife ne hacet, adı üstünde Bayram ederek nihayetlendireceğiz.

Bu gece Kadir gecesi; her geceyi kadir, her karşılaştığı insanı Hızır bilenlerin gecesi… Bin aydan, yani seksen üç yıldan yani bir ömürden hayırlı bir gece… Hani bir cin çıkar ya lambanın içinden, “dile benden ne dilersen!” diye, işte o masalın gerçeğe dönüşü bu gece…

Anne olalı kendim için dua edemez oldum, bütün dilek haklarımı kuzucuklarım için kullanıyorum, anne olan bilir, sadece kendi yavrusu değil, hayvan yavrusu dahil ne kadar ana kuzusu varsa “anne olan”ın yüreğindedir, dilindedir, dileğindedir...

Dilerim kuzucuklar anneciklerinden hiç ayrılmasın, aç bi-ilaç kalmasın, savaşın ortasında olmasın,  atılmasın, satılmasın, canı yakılmasın…

Dilerim bütün kuzucuklar bayram etsin!
Hepsi bir gece önceden bayram banyosunu yapsın, mis gibi yatsın, heyecandan yatağında tepişsin dursun:) Sabah erkenden annesinin kondurduğu öpücükle uyansın, bayramlıklarını giysin, camda babasının bayram namazından dönüşünü beklesin, el öpsün, kapı kapı dolaşsın, harçlık, şeker toplasın, kolonya koksun... Hepsinin yanakları öpülsün, saçları okşansın...

Dilerim bu bayram, bütün çocuklara bayram olsun!
  

* www.bursalianneler.com adresinde  08.10.2007 tarihinde yayınlanan yazım. O yılın arşivi kalktığı için tekrar paylaşmak istedim.

Ben Sana Doyamadım*


Hoşçakal sevgili Ramazan;
Ben sana doyamadım bu sefer…
Seni istediğim gibi ağırlayamadım.
Bunu saymam yine bekliyorum…
Gelecek yıl gel yine bereketinle…
Geldiğinde ben burada olayım…
Kuzucuklarım, kıymetlim,
Annem, babam, kardeşlerim…
Dostlarım, tüm sevdiklerim,
Vatanım, milletim sağ salim olsun…
Başımın üstünde damım, soframda huzurum,
Ağzımda tadım olsun…
Ben sana hiç doyamadım bu sefer…
Gelecek yıl gel yine bereketinle…
Aklıma sükûn, ruhuma huzur getir gelirken,

Aileme sağlık,
Kazancıma bolluk,
Vatanıma birlik,
Toprağıma rahmet getir…

Geldiğinde ben burada olayım…
Kusurlarımı azaltayım,
Yüzümü ağartayım,
Yükümü boşaltayım…
Ellerin kolların dolu gelirsin sen,
Seni kapılarda karşılayayım…

Şimdilik güle güle git.
Ama yine gel…
Geldiğinde ben burada olayım…

* www.bursalianneler.com adresinde 11.10.2007 tarihinde yayınlanan yazım. O yılın arşivi kalktığı için tekrar paylaşmak istedim.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

(: Yüz :)



Bir de baktım 100. izleyicim gelmiş. 
Sevgili Kitap Eylemcisi'ne hoş geldin diyor, yüz izleyicimin hepsini sevgiyle selamlıyorum...

14 Temmuz 2012 Cumartesi

İSA HANGİNİZ?


Yayınevi: Turkuvaz Kitap
Yayın Yılı: 2012
Sayfa Sayısı: 296


Arka Kapak
Hangimiz, zihnimizin şu veya bu sebeple, süngüyle veya çiçekle zorlanıp bozulduğunu en az bir kere hissetmedik hayatımızda?

Hangimiz, kendi üzüntümüzün bir tür hacısı olarak, en az bir kere düşmedik yollara?

Artık kendi kendinin alayı olmuş çağdaş hayatın gerçek yiyeceği nerede?

Ve

Hangimiz unutabilir, hayatımızda en az bir kere var olmuş çocukluğu?

Hangimiz bir parça cesaret bulmaz, büyüdükçe canı yanmış suçsuzluktan?

---

Hayatları çıkmaza girmiş kahramanların buluşma ve yola birlikte devam etmelerinin hikayesi...

Ayaklarıyla birlikte akılları da sürçmüş insanların, birbirlerine sahip çıkmalarının şiirsel serüveni...




Altı çizili satırlarım, kenarı kıvrılmış sayfalarım çok... Nereden başlayıp nasıl anlatacağıma karar veremiyorum. Şiir gibi bir roman mı demeliyim, roman gibi bir şiir mi, başka bir ad mı bulmalıyım bilemiyorum.

Yorumumu soranlara "tadını çıkara çıkara, acele etmeden okudum, hemen bitmesin istedim; hikayesi tam benlik ama öyle olmasaydı bile dili için okumaya değerdi" diyorum.







Romandan bir tek yer seç, diyecek olursanız bu olabilir derim:
















Çürük elma sesli kadına, 
amatör Hızır'a, 
korkmama hastalığına tutulmuş Şakir'e "kesin korkar" diye gösterilen fotoğrafa, 
Sabahın Anasına ve o bön şarkıcıya pek güldüm... 

Havva ninenin  şefkatini, analığını, sütünü, ekmeğini, nasihatlerini sevdim... 

Muhsin Bey de uçmasa iyiydi dedim... 


Şeyda gelmeyen mi, olmayan mı karar veremedim...


Sonunda "İsa Hangisi?" bilemedim...


Birkaç Alıntı:

Okumak için tıklayınız.
  
   
Ve... Delilik üzerine sürüp giden romana sürpriz bir son bekliyordum tabii ama itiraf etmeliyim ki tüm çabalarıma rağmen o "deli son"u tahmin edemedim.
 
Bir Not: Kitabı bitirmeden hakkındaki hiçbir yorumu, röportajı okumamaya özen gösterdim. Bitirdikten sonraysa bulduğum tüm yorumlara göz attım.
Selahattin Yusuf  bir röportajında kadına dair şöyle bir yorum yapmış: "Bütün kadınların en az bir tane çok yakın sırdaşı, arkadaşı vardır, bilirsiniz. Ayna lazımdır onlara hep. Kendileri üzerine düşünemezler çünkü. Kendi haklarındaki bilgiyi dışarıdan alırlar; içeriden değil. Sırdaşları, konuşabilmelerinin değil; düşünebilmelerinin şartıdır. Olmazsa olmaz. Sadece konuşarak düşünebilirler. Konuştukları sürece ve biçimde düşünmüş de olurlar.Birinci ağızdan cevap veriyorum 32 yaşımdayım ve bugüne kadar hiç "sırdaşım" olmadı:) Kendi üzerime düşünememeyi kabul etmiyorum... Hakkımdaki bilgiyi dışarıdan aldığım gibi içeriden aldığım da oluyor... Elbette Selahattin Yusuf bu sözleri bir takım tecrübeleri üzerine sarf etmiştir. Fakat bu kadar iddialı hükümler vermemek gerek -bence-.

10 Temmuz 2012 Salı

Çok Taze


Önce yepyeni, tazecik KİTAPYURDU siparişimi göstereyim... Okuduklarım da en kısa zamanda burada ;)


 Simya & Kur'an'da Şifa Sırları
 Kubilay Aktaş

 İsa Hanginiz?
 Selahattin Yusuf

 Kulakmisafiri- Elli Karakter
 Elias Canetti

 Dünya Nimeti
 Knut Hamsun

 Kıl Beni Ey Namaz
 Senai Demirci

 Üç Yusuf Üç Rüya Üç Gömlek
 Senai Demirci

 Öldüğüm Gün
 Senai Demirci

 İtibar Edebiyat ve Fikriyat Dergisi  / Temmuz 2012



1 Temmuz 2012 Pazar

Bu Pazar Böyle...



Pazar günlerini pek sevmiyorum. Plansızlığı yoruyor beni... 
Evdeki herkesin tek tatil günü olması hasebiyle aktiviteye boğduğu, kalabalık, karışık bir gün... Ne zaman ne olacağı, kimin geleceği, kime gidileceği belli olmayan bir gün benim için... 
Ama böyle "sakin" pazara can kurban ;)

29 Nisan 2012 Pazar

TESPİH TANELERİ




Yazar: Mıgırdiç Margosyan
Yayınevi: Aras Yayıncılık
Yayın Yılı: 2009
Sayfa Sayısı: 528




Arka Kapak
saro nenem heredan'daki evlerinde tarhana hazırlayıp kuruması için dama sermiş; aynı gün, bahçeden topladığı sebzelerle turşu kurmuş; ama o yıl hem damdaki tarhana, hem de kilerdeki turşu kurtlandığı gibi, bir de kara haber köye ulaşmış:

"ermeniler köylerini boşaltıp kafle'ye çıkacak!"

işte o yıl köyü boşaltıp "kafle" yollarında birbirlerini kaybettikten sonra ölen oğullarının ardından kızı mirye ile oğlu sarkis'i yıllar sonra bulduğunda, incil'e el bastırıp, öğüdünü tutacağına dair yeminini alarak, babama iki şey tembih etmiş: "oğlum sen sen olasan, heredan'a bi daha ayağ basmiyasan! getsen, diyerler ki gelmiş toprağhlarına sehap çığhacağ, seni öldırırler! bi de, bızım evımıze tarğhana yapmağ, turşi kurmağ oğırsızlığ getıri, bılesız! evde turşidır, tarğhanadır, yapmiyasız!


Yayınevi'nin Tanıtım Yazısı:
Doğduğu yer Diyarbakırı, oradaki Ermenileri, Kürtleri, Türkleri, Süryanileri, Keldanileri, Yahudileri, bugün artık tarih olmuş bir kent yaşantısının en içten hikâyelerini anlatan Mıgırdiç Margosyan, Tespih Tanelerinde, Diyarbakırdan okumaya geldiği İstanbula hayali bir köprü kuruyor. 'Kafle' yollarında her birinin ailesi 'berdan berdan' olmuş, tespih taneleri gibi dağılmış anne ve babasının, oğullarının 'adam olması'nı, 'anadili'ni daha iyi öğrenmesini sağlamak için İstanbuldaki Ermeni ruhban okuluna gönderdiği küçük Mıgırdiç, kâh bu yeni çevresinde karşılaştığı gariplikleri, kâh hasretiyle yandığı Diyarbakırı, bir türlü kavuşamadığı ilk aşkını, kimi siyasal-toplumsal olayların örgüsü içinde, büyük bir ayrıntı ve renk cümbüşü içinde hikâye ediyor. Çocukluktan ilk gençliğe geçtiği o delikanlı çağında, ailesini, kardeşlerini, Diyarbakır 'küçe'lerinde oynadığı arkadaşlarını ardında bırakan mahzun Mıgırdiç, İstanbulda kendilerini 'Koşun, Kürtler gelmiş!' çığlığıyla karşılayan akranlarının arasına girdiğinde, geleceğe hem biraz kaygı, hem de biraz umutla bakıyor...
***


Aslında arka kapaktaki yazı kitap hakkında yeterli ipucunu vermekte. Herkes okuduğu romandaki karakterlere bir tip çizer ya zihninde, ben bir de ses veririm o tiplere... Kitabın Diyarbakır şivesiyle yazılmış olması zihnimdeki seslendirmeyi çok renkli bir hale getirdi, "okuma"nın tadına tat kattı.

Margosyan'nın "Tespih Taneleri", yetim olmadığı halde anadilini öğrenmek üzere İstanbul'a, yetimhaneye, Şişli Karagözyan Ermeni Yetimhanesine, bileti gönülsüz olarak kesilen Diyarbakırlı bir Ermeni çocuğun hikayesi...


Geçmişe, meselelere; şu ya da bu milliyetle, şu ya da bu siyasi görüşle değil "insan" merkezli dokunmak derdindeyseniz bu kitabı severek okursunuz diye düşünüyorum. 


Alıntı: 

"Diran, anamın kucağında meme emidi. Öbır kardaşım Bedrus anamın etegıni tutidi. Ben onlardan böyügtım. Anama, 'Mama dzarav im' (anne susadım) diyidim. Su istidım. Anam da bahan 'Tukıt gılle' (Tükürüğünü yut) diyidi. Ben de anamın sözıni dinlidım. Tükürügımi yutidım ki susuzlığım geçsın..."

*** 

"Bi ana çocığını hanki dille severse sevsin, heç fark etmez. Anaların dili onların yüreğinin sesidir."  


1 Mart 2012 Perşembe

Şipşak Kardan Adam




Kar ne güzel yağıyor günlerdir. Sonbaharın sonu ve kış benim en sevdiğim zamanlar olmuştur hep... O sebeple pek keyifliyim bu günlerde...

Ve şu gördüğünüz de benim 1 dakikada hazır, şipşak, pratik kardan adamım. İnsan yeter ki istesin; zamanım yok, yeteneğim yok falan bahane:))

16 Şubat 2012 Perşembe

Sabah Kahvesi Ertelenemez







Tüm işlerinizi 15 dakika erteleyebilirsiniz ama sabah kahvesini ertelediniz mi bir daha elinize geçmeyebilir ;)

15 Şubat 2012 Çarşamba

KEYFEKADER KAHVESİ


Yazar: Aykut Ertuğrul
Yayınevi: Okur Kitaplığı
Yayın Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 134

Arka Kapak
Keyfekader Kahvesi’nde sizi kıvrak bir dil, yetkin bir üslup ve kusursuz kurgulara sahip öyküler bekliyor.
Modern ve postmodern anlatı biçimlerini aynı yetkinlikle kullanan yazar, farklı biçim denemeleriyle okura keyifli bir çeşitlilik sunuyor: Aykut Ertuğrul, kimi hikâyelerde fantastiğe göz kırparken kimindeyse Borgesyen büyülü gerçekçiliğin sularında yüzüyor. Gelenekten beslenen fantastik temaların yanında sıradan konuların sıra dışı bir üslupla anlatıldığı öykülerle okuru adeta esir alıyor.
Öykülerde sıkça kullanılan metinler-arasılık, nitelikli okur için çok katmanlı bir anlam dünyasına kapı aralıyor. Okur yalnızca tahkiyede usta bir yazarla değil, Modern Türk Öyküsü’nün sorunsallarıyla da yüzleşen ve yeni kapılar açmaya çalışan gerçek bir yazarla karşılaşıyor.
Aykut Ertuğrul’un tüm bu vasıflarıyla Modern Türk Öyküsü’nü bir adım öteye taşımaya şimdiden aday olduğunu söyleyebiliriz.

Bu kitabı ve bir önceki gönderimde fotoğrafı bulunan sevgili kitaplarımın çoğunu Kanal 24'te cumartesi geceleri yayınlanan, düşüncelerine çok değer verdiğim Tarık Tufan, Gökdemir İhsan ve Selahattin Yusuf'un hazırlayıp sunduğu Kafa Dengi programındaki tavsiyelerle  listeme ekledim.
Okur Kitaplığı’ndan çıkan Keyfekader Kahvesi 134 sayfa. Öykü severler Aykut Ertuğrul’u zaten dergilerden tanıyor. Ertuğrul’u bu kitapla tanıyacak olanlarsa başarılı, cesur, özgün bir yazarla karşılaşacaklar.
İsminde “kahve” kelimesinin geçmesi benim bir kitabı alabilmem için kesinlikle yeterli. Keyfekader Kahvesi de ismiyle önce alışveriş listemde sonra da okuma listemde yer buldu ve bittiğinde hemen kaldırmadığım, bir süre elimin altında olsun istediğim kitaplarımdan biri oldu.
Kitaba ismini veren hikâyeyle birlikte,
Karanlık Derenin Laneti,
Yanlış Tren,
Dönüş,
Kusursuz Sessizlik isimli hikâyeleri diğerlerinden biraz daha fazla sevdiğimi, bunun yanında sonuna geldiğimde “nasıl yani?” diyerek başa dönüp tekrar okuduğum hikâyeler de olduğunu söylemeliyim.
“Yanlış Tren”  Hikâyesinden Alıntı
Gençtim, on yedimde ya vardım ya yoktum. Ne yaşıtım kızlar gibi film artisti olmak süslerdi rüyalarımı, ne zengin bir kocaya varmak… Yalnız bazı geceler, herkes yattıktan sonra başımı pencereden çıkarır, saçlarımı dalgalandıran rüzgâra bile sezdirmeden aşkı dilerdim Yaradan’dan. Kocam beni sevsin, ben kocamı… Hiç bitmesin aşkımız, çocuklarımız olsun diye dua ederdim. İnsan yüz geri ettikleriyle değil duasıyla imtihan olunurmuş nereden bileyim…
“Kusursuz Sessizlik”  Hikâyesinden Alıntı
Evimin balkonunda oturmuş, bir gözüm Haliç’te kitap okuyorum. Kusursuz bir sessizlik hüküm sürüyor. Mutlak değil ama kusursuz!
Gece…
Birkaç dakikada bir uzaklardan araç sesleri geliyor. Gökyüzünde kendilerini sonsuz gibi görünen bir tavafa kaptıran martıların inlemeleri, sessizliği iyice kusursuzlaştırıyor…

NOT:
Keyefekader Kahvesi'nin tanıtımını Aralık ayında KİTAPKOLİK'te de yazmıştım.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...