27 Mayıs 2009 Çarşamba

ANA


Yazar: Maksim Gorki

Yayınevi: Armoni Yayıncılık

Basım Tarihi : 2003

Sayfa Sayısı : 332

Arka Kapak:

Kocasının ölümünden sonra Ana, oğlu Pavel ile birlikte büyük bir yalnızlık ve yoksulluk içinde kalır. Fabrikada çalışmaya başlayan Pavel, zeki, kitaplara meraklı ve devrimci düşünceye eğilimli arkadaşları olan bir gençtir. Evine getirdiği arkadaşlarına verdiği söylevlerde Ana ilkin bir şey anlamasa da daha sonraları kendisinde özgürlük ve yaşama hakkı düşüncelerinin uyanışına tanık olur. Ve gün geçtikçe oğlu ile arkadaşlarının devrimci umutlarını paylaşır.Ana, roman kahramanının içinde bulunduğu sosyal koşulları yansıtması bakımından Gorki'nin eserleri arasında olduğu kadar Rus edebiyatında da bir ilkörnektir. Rus eleştirmenlerce "döneminin anıtsal kitabı" olarak değerlendirilen Ana, Rus proleteryasının devrimci mücadelesini sergileyen en önemli eserdir.İlk olarak Znanie dergisinde 1907-1908 yılları arasında tefrika edilen Ana, devrimci niteliği bakımından da Maksim Gorki'nin en önemli eserlerinden birisidir.

ANA



Yazar: Pearl S. Buck
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Basım Yeri / Tarihi : İstanbul / 1990,Ocak
Sayfa Sayısı: 251


Arka Kapak:
1938 Nobel-Edebiyat ödülünü kazanmış olan Pearl S. Buck, ömürlerinin kırk yılını Çin'de geçirmiş Amerikalı bir ana-babanın çocuğudur. İnsan ruhunun derinliklerine seslenen bu eserde, tek bir isim geçmez. Nine, Ana, Oğul, Koca. Bir köy ve birkaç köylü. Bu bir Çin köyüdür. Ama onu okurken, Çin'i unutacaksınız. ''Çinli Ana''yı değil, bizim Anadolumuzdan bir Ana'yı görür gibi olacaksınız. Eserin başından sonuna kadar ismini bile söylemeyen bu ''Adsız Ana'' ya, zaten sadece analığın canlı bir heykeli diye bakmak gerekir.
Hüzünlü bir hikaye, etkili bir anlatım... Elimden bırakamadığım kitaplardan biri oldu... Kadın her yerde kadın... Ana her yerde ana demek ki...

SUSKUNLAR



Yazar: İhsan Oktay Anar
Yayınevi: İletişim
Basım Tarihi / Yeri: Ekim 2007, İstanbul
Sayfa Sayısı: 269


Arka Kapak:
Eflâtun rengi hayaller kuran bir “suskun”un sözleridir, bu roman. İşittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız, satırlar akıp giderken. O ise, muzip bir tebessümle size eşlik edecek, sessizce... Sayfaları birer birer tüketirken, benzersiz erguvanî düşlerin “gerçekliği”nde semâ edeceksiniz ve bu düşlerden âdeta başınız dönecek. Hayat kadar gerçek, düş kadar inanılmaz bu dünyanın tüm kahramanlarının seslerini duyacak, nefeslerini hissedeceksiniz. Çünkü Suskunlar, sessizliğin olduğu kadar, seslerin ve sözlerin, yani musikînin romanıdır. Sonsuzluğun derin sessizliğinin “nefesini üfleyen” ve ona “can veren” bir adamın hayallerinin ete kemiğe bürünmüş kahramanları, en az sizler kadar gerçektir; ya da siz, en az onlar kadar bir düş ürünü... Bağdasar, Kirkor, Dâvut, Kalın Musa, İbrahim Dede Efendi, Rafael, Tağut, Veysel Bey ve diğerleri... Onlar, sessizliğin evreninden İhsan Oktay Anar’ın düş dünyasına duhûl ederek suskunluklarını bozmuşlardır. Bir meczûp aşkı tattı, bir âşıksa aşkına şarkılar yazıp ruhunu maviyle bezedi; diğeri, kaybolduğu dünyada bir sesin peşine düşerek kendini buldu. Nevâ, belki de, herkesin âşık olduğu bir kadının pür hayâliydi. Hayâlet avcısı, kendi ruhunu yakalamaya çalıştı. Zâhir ve Bâtın ise, zıtlıkların muhteşem birliğinde denge bulan iki ayrı gücün cisimleşmiş hâliydi. Suskunlar’ı okuduktan sonra aynaya bakmak, yansıyan aksinizde gerçeği görmek, gördüğünüzü işitmek ve duyduklarınızla sağırlaşıp susmak isteyeceksiniz. Sayfalar tükenip bittiğinde, kim bilir, belki de “suskunlar”dan biri olacaksınız…
Ben kitaba konsantre olmakta zorlandım. Bir çırpıda okuyamadım. Sıkıldım zaman zaman... Dilinden değil hikayesinden sıkıldım... Vasat bir hikayenin güzel bir anlatımı diyebilirim...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK


Yazar: John Boyne
Yayınevi: Tudem Eğitim Hizmetleri
Çeviren: Tülin - Tayfun TÖRÜNER
Basım Yeri / Tarihi: İstanbul 2007 / Mayıs
Sayfa Sayısı: 208


Bu kitabı okumaya başladığınızda, Bruno adında dokuz yaşındaki bir çocukla bir yolculuğa çıkacaksınız (ama bu kitap dokuz yaşındakiler için değil). Ve er geç Bruno ile birlikte bir tel örgüye varacaksınız.Böyle tel örgüler dünyanın dört bir yanında var. Umarız asla rastlamak zorunda kalmazsınız.

Savaşın son derece çarpıcı yorumlanışı... Çok dokunaklı bir öykü, yalın, etkileyici. Finali çok ama çok sarsıcı...

ÇOCUKLUĞUMUN AK SAÇLARI


Yayınevi: Tera
Sayfa Sayısı: 162
Baskı Yılı: 2006


"Bir çocuğu anlamak için pedagoji ilmi hatmetmek gerekmez, çocuklar anlatır. Gerçek yüzlerinde ayakkabı kutusundan bozma Maskeler taşımaz çocuklar."

Birinci sınıftaki ilk örtmenimi düşündüm Yanlış oldu örtmenim dediğim için elime cetvelle vuruşunu. Yaptığı yanlış toplamaları, sol elle yazmama kızmasını, derste bir taraftan örgü örüp bir taraftan sorduğu soruları, ondan kurtulup fitnat örtmenimin sınıfına geçişimi... fitnat örtmenimi.


Anladıklarım söylediklerinden farklıydı.

Anladıklarım söylediklerinden farklıydı.

Anladıklarım söylediklerinden farklıydı.


"çocuklar büyüklerin belki de ölmeden bir süre önce anlayabildikleri doğruları bozulmamış bütünlüklerinin bilinçsiz gücüyle bilirler. Çocuk eğitimle, çabayla vs. ile ulaşılan ‘olağanüstü’ sonuçların doğal sahibidir. Her çocuk henüz parçalanmamış, bilgiyle donatılmamış, yaratıcı bir dahidir."

8 Mayıs 2009 Cuma

KADIN PSİKOLOJİSİ



Yazar : Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Yayınevi : NESİL YAYINLARI
Basım Tarihi - Yeri: 09/2008 - İSTANBUL
Sayfa Sayısı : 350


Psikolojik farklılıkların analizi *Kadın erkek ilişkileri *Kadınlara has ruhsal sorunlar *Kadınlarda görülen başlıca kişilik tipleri *Kadınlar neden daha çok konuşurlar? *Modernizmin dayattığı cinsiyet kimlikleri *Kadının sömürülmesi *Kadının ideal erkek tipi *Sorunla baş edebilme açısından kadın erkek farkı *Kadındaki beğenilme duygusu *Ev hanımlığı bir kabus mu? *Şiddet uygulanan kadında görülen rahatsızlıklar *Evliliğin belkemiği "biz" duygusu *Modern dünyanın poligamisi: Çok ilişkili evlilikler *Feminizmin evlilik üzerindeki etkileri *Terkedilme korkusu *Aşkta kadın erkek farkı *Annelik psikolojisi *Biyolojiden inanca kadın *Kadına ve erkeğe mizahi bir bakış ...


***


Toplumda yanlış geleneksel yargılarla kadın ikinci sınıf bir varlık gibi görülürken, modernizm cinselliği kadın politikası olarak sunuyordu. Kadını toplumsal yaşamdan dışlayan geleneksel eğilim, feminist tepki ile karşılaşınca kadın-erkek savaşlarına dönüşüyordu. Bu tartışma içerisinde kadınlar, erkek egemen kültürün şekil değiştirmiş rolleri arasında kurban ediliyor, evlilikler ve çocuklar heba oluyordu. Erkek egemen anlayış üzerine kurulu geleneksel yapı kadını baskılayıp annelik rolüyle sınırlarken, erkek feministler feminizmi daha çok kadınla beraber olma ve cinsel özgürlüğü çıkarlarına göre kullanma eğilimindeydiler. Peki bu ikilem kadının psikolojik doğasına nasıl tesir ediyordu? İşte bu soruya ve kadın psikolojisi ile ilgili diğer konulara ışık tutacak olan bu kitap, iki senelik bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı. Bu kitapta yer alan biyo-psiko-sosyo- spritüel ve politik sentezi ne yerli ne de yabancı yayınlar arasında bulamayacaksınız. Dünyanın daha yaşanabilir olmasına, kadının özgürlüğüne ve konforuna bir nebze de olsa katkı sunmaya çalışan Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın KADIN PSİKOLOJİSİ kitabı Nesil Yayınları arasında çıktı.

KAHVE MOLASI



Yazarı : İSKENDER PALA
Yayınevi: Kapı Yayınları
Basım Tarihi: 2002
Sayfa : 316
Bir kahve molasından meram, bir çift sözdür ki, o söz ruhumuzu dinlendirsin, dimağımızı sarhoş etsin. Hani denilmiştir: Gönül ne kahve ister ne kahvehane Gönül sohbet ister kahve bahane Bu kitabın içindekiler de bir kahve molasında okunabilecek, belki okumayı eğlenceye dönüştürebilecek küçük hikayeler, hatıralar, nükteler ve bercestelerden ibarettir. Bu satırlar arasında verilecek bir kahve molasında, yahut bir kahve içiminde olsun açılacak bu sayfalarda geçmiş zamanların neşeleri ve sevinçlerini, hüzünlerini ve acılarını görmek, hissetmek, yaşamak ve ibret almak, kahve tadında lezzetlerle tanışmak pekala mümkündür. Ve biz onları keşfettiğimiz vakit adını tarih koyarız.

AY TERAPİSİ - Psikoterapi Öyküleri



Yazar : MUSTAFA ULUSOY
Yayınevi : TİMAŞ YAYINLARI
Basım Tarihi - Yeri: 2007 - İstanbul
Sayfa Sayısı : 160
Haset, arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur. Haset o istenen şeyi sahibinden çekip almaya ya da bozmaya, kirletmeye yönelir. Haset iki kişi arasında yaşanır. Haset eden haset edilenin elinde olan bir şeyi onun elinde olmasından huzursuzluk duyar ve onu kaybetmesini arzular. Kıskançlık da haset dayanır, ama kıskançlık duyan kişinin en az iki kişiyle ilişki içinde olmasını gerektirir: Kişi, kendine duyulan sevginin rakibi tarafından elinden alındığına ya da alınma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna inanıyordur. Seven ve sevilen iki kişi arasında bir üçüncü kişi girmiştir.
***
Kıskançlık hisseden kişi, elinde olanı yitirmekten korkar. Haset duyan kişi ise , kendi istediğinin bir başkasında olduğunu gördüğü için acı duyar. Hasetli kişi haz ve memnuniyet görüntülerinden sıkıntı duyar. Ancak başkalarının sefaleti huzur verir ona. Bu yüzden, hasetli kişiyi tatmin etmeye yönelik her türlü çaba nafiledir. Kıskançlık bir noktada sevilen bir nesneyi koruma çabası olduğu, haset se başkalarının sefaleti istenir olduğundan, kıskançlık hasede göre daha masum bir duygu olarak kabul edilebilir. AY TERAPİSİ/Mustafa Ulusoy

SÖZYANGINI


Yayın Evi: TİMAŞ YAYINLARI
Yazar: SENAİ DEMİRCİ
Baskı Yılı: Şubat 2009
Sayfa Sayısı: 176
Sessiz ve sinsi bir yangını haber veriyorum size. Görünmez bir depremin enkazını resmediyorum. Nefeslerimizle harladığımız, hece hece alevlendirdiğimiz bir yangını körüklüyoruz ağzımızda. Dilimizin her kıpırtısında ürkütücü fay hatlarını tetikleyen zelzeleler büyütüyoruz odalarımızda. Sevaphanemizi yakıyoruz dilimizle.
İyiliklerimizi yerle bir ediyoruz dudağımızla. Kendi duruluğumuzu bulandırdığımız, kardeşlerimizi küçük düşürdüğümüz, doğrularımızı eğrilttiğimiz, yüzümüzü de sözümüzü de ikileştirdiğimiz "fiskos bombaları" döşüyoruz ağzımıza, aramıza, yuvamıza, sokağımıza...
Bir insan inandığını söylediğinde, kendisini Allah'la ilişkilendirir. Bir insan "mü'min" olduğunu beyan ettiğinde, artık Allah'la yaşamaktadır. O'nu kendine Vekil edinmiştir. O'nu kendine Velî edinmiştir. Mü'min, Allah'ın kulu olarak tanımlamıştır kendini. Öyle yaşar, öyle bilir ve öyle bilinsin ister. Vekil'i Allah olan ise dokunulmazdır. Velî'si Allah olana dil uzatılmaz. Kendini "Allah'ın kulu" olarak markalayan, o kutlu markanın ardındadır, onun kalitesi üzerine laf edilmez.
"Allah'ın kulu"nun hataları olabilir elbette. Ama o kulun Allah'ı, hatasından dönmesi için sabreder, dönüşünü bekler. Bir başkası, Allah'a kul olanın hatasını görür görmez onu cezalandırmaya kalkamaz, sırlarını yağmalayamaz. O zaman kendini Allah'ın önüne koymuş olur. [Bakınız, Hucûrat, 1]
Allah, kulunun ayıbını hemen yüzüne vurmaz, başkalarına ilan etmez. Bildiklerini hemen herkese her fırsatta söylemez. "Halîm" olarak bekler. "Tevvâb" olarak, dönmesi için mühlet verir. "Settâr" olarak kusurlarını gizler. Bir başkası araya girip, Allah'ın gizlediğini açığa vurma hakkına sahip değildir. Bir başka kul, acele edip "Allah'ın kulu"nun o kusurdan asla dönmeyeceğini varsayarak, Allah'ın kulunu o kusura indirgeyemez. Bir başkası, iyilikleri de olan, hatadan dönmesi de iyilik sayılan "Allah'ın kulu"nu hep kötülükten ibaretmiş gibi etiketleyemez. Bir başkası, Allah'ın hatasından dönmesi için beklediği, kusurlarını gizlemek için sustuğu kulunun hatırını hiçe sayıp, o kula ceza kesemez, konuşmaya kalkamaz. O zaman da kendini Allah'ın ve Resûl'ünün önüne koymuş olur [Yine bakınız, Hucûrat, 1]
Allah, kulunun hatalarını affedeceğini beyan eder. Hem de severek affeder. Affettiği için sitem bile etmez kuluna. Affettiğini hatırlatmaz bile kuluna. Bağışladığına, bağışladığını bile unutturacak denli nezaket ve anlayış sahibidir O. Hem de O, kulunun kusurunu bilmesiyle yaşadığı mahcubiyeti, kusursuzlukla kapılabileceği gururdan daha sevimli bulur. Hem de O, kulunun pişmanlığıyla döktüğü gözyaşını günahsızlığı sebebiyle kendini beğenmesinden daha makbul bilir.
Allah'ın kusurunu af ve bağışı için vesile eylediği kulunu kimse, affedilmez ve iflah olmaz ilan edemez. Allah'ın hatasıyla da sevdiği, hatta (tövbesine vesile olduğu için) hatası için sevdiği kulunu hiç kimse sevimsiz bulamaz. Yoksa, kendini Allah'ın Resûl'ünün önüne koymuş olur. [Daha dikkatlice bakınız, Hucûrat, 1]
Allah, mü'min kulunu dokunulmaz ilan etmiştir. [İnanmıyorsanız bir daha okuyun: Münafikûn'un 8. Ayetini: "İzzet, Allah'a, Resûl'üne ve mü'minlere aittir."] Mü'min olmak şerefli olmak için yetiyor. Ek bir şart koymuyor Rabbimiz. Onurumuz Allah'a ve Resûl'üne göre yaşama çabasından besleniyor demek ki.. Allah'ın ve O'nun elçisinin garantörlüğü altındaymış mü'minin olarak dokunulmazlığımız. Allah'ın dokunulmaz kıldığına dokunan yanar! [Bir de Hucûrat 2'ye bakalım: "...yoksa yapıp ettikleriniz boşa gider, sevaplarınız yanar!]
Bir insanın, gıyabında da onurunun korunduğu, olmadığı yerde de saygı gördüğü, işitmediği kapı arkalarında da hatırının sayıldığı biricik medeniyetin mensupları olarak, gıybetsizliğe davet ediyorum sizi. Gıybet Gönülsüzlüğüne... Etlerimiz gibi sözlerimiz de "İslamî usulle kesilmiş" olsun istemez miyiz? İçkinin olduğu kadar gıybetin de "damlasını ağzıma değdirmedim" diyebilmeyi istemez miyiz? SENAİ DEMİRCİ
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...