6 Temmuz 2009 Pazartesi

GİDERKEN BANA BİR ŞEYLER SÖYLE * * * * *


İnsanın Temel Acıları Üçlemesi-2




Yazar: Mustafa Ulusoy
Yayınevi: TİMAŞ YAYINLARI
Yayın Yılı: 2008
Sayfa Sayısı: 272



İnsanların yolu iki şeye, aşka ve ölüme mutlaka düşer. İnsanın Temel Acıları üçlemesinin ilk romanı Aynalar Koridorunda Aşk'ta yolu aşka düşenlerin ruhsal durumlarını irdeleyen Psikiyatrist Mustafa Ulusoy, üçlemenin ikinci romanını da yolu ölüme düşen insanlar üzerine inşa ediyor. Aşkın güçsüzlüğüne karşın, ahlakın varlığa özen göstermek olduğunu temel alarak, özen gösterilen ilişkinin derin bir bağlanma sunduğunu söyleyerek. Mustafa Ulusoy bize ölümün yanında babalığı, yoksunluğu, kederi, dostluğu, öfkeyi, tanıklığı, varoluşsal işe yaramayı, yalnızlığı ama özellikle öykülerimizin yalnızlıktan ve sessizce ölmekten nasıl kurtulacağını anlatıyor. Ölümü gülümsetiyor Ulusoy; ölümün sonsuz bir ayrılık değil, sonsuz bir hayata açılan kapı olduğunu hissettiriyor.



Altı Çizili Satırlardan :
(Çizilmeyen pek az satır, köşesi katlanmayan pek az sayfa kaldı)

Ölümü düşünmeye başlamak, dilinizin sürekli dolgusu düşmüş bir dişe takılmasına benzer. Diliniz bir takıldı mı asla bırakamazsınız. Onu kurcalamak, çevresinde dönüp durmak zorundasınızdır. Zevkli olduğundan değil, aklınıza takılıp kaldığından...

***

“İnsanın ölümden korkar gibi görünmesi bir yanılsamadır. İnsan, aslında yokluktan, yokluğun getireceği sonsuz ayrılıktan özellikle de kendinden sonsuz ayrılmaktan korkar. Ölümse, hem ayıran hem birleştirendir. Ayrılmak için ölmek gerekir. Ama buluşmak için de ölmek gerekir. Ölüm gibi ikili bir yapısı olan başka bir durum yoktur. Bu yönüyle ölüm ikili, zıt bir duygu uyandırır insanda. Onu çekici kılan, cazip hale getiren, taçlandıran da budur.”

***

Dr. Mavi, odasının en sevdiği köşesine duran kutunun yanına giderek kapağını açtı ve bir çift eldiven çıkardı. Sağ tekini sağ eline giydi. Eldiveni taktığı elinin parmaklarını oynattı, masadaki bardağı tuttu, sonra bıraktı, ardından bir kalem aldı eline, bir şeyler yazdıktan sonra onu da masanın üzerine bıraktı. Sonra eldiveni sol eliyle sağ elinden çıkarıp masaya bırakıverdi. Eldiven masaya yığıldı. sonra yine sağ elinin parmaklarını oynattı, tekrar bardağı tuttu ve masaya bıraktı, yine kalemi eline aldı, onu da bıraktı.

"İşte" dedi, eldiven insannın bedenini temsil ediyor, parmaklar ise ruhunu. Ölürken, sol elimin yaptığı gibi bir melek gelir ve bedeni ruhtan ayırır. bedenin yaşamı ruha bağlıdır. Eldivenin hareketinin, parmaklara bağlı olması gibi. beden, eldiven gibi hareketsizleşir, cansızlaşır, yığılır kalır. Ama parmaklar canlılığını ve hareketliliğini devam ettirir. ...........

***

Büyük suskunluk. Bağırış, çağırış, haykırışlar arasında gizlenen küçüklerin büyük acıları. Genelde ölümlerde yaşanır ama sair zamanda da açığa çıkabilir büyük suskunluk. Temel nedeni, yetişkinlerin çocukların acı çekebileceği gerçeğini görmezden gelmeleridir.

***

Hayatımızın en temel acısı ne ölümdü ne ayrılık. Hayatı cehenneme çeviren sonsuz ayrılık fikriydi. Bazı insanlar ölümle gelen ayrılığın geçici olduğuna inanırken, bazıları bunu sonsuz bir ayrılık olarak gördüler.

Geçici ayrılığın hüzün içermediğini iddia edecek değilim. Ama bu yakıcı bir hüzün değildi. İçinde kavuşmanın umudunu da barındıran bir hüzün. ...........

Ölümü düşünmeyen, ölümden ürkmeyen okumasa da olur. Çocuğuna toprağın altına gömülen bedenleri açıklamakta güçlük çekmeyenler de okumasın. Diğerleri için kurtarıcı olabilecek bir kitap! Yüreklere su serpen, ölümün gülen yüzünü gösteren bir bakış açısı...

Ben bu kitabı küçük oğlum bir hastane odasında, nefes alamadığı için çırpındığı günlerde okudum. Benim için apayrı bir ışık oldu. Sizinde aklınızı, gönlünüzü aydınlatmasını dilerim...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Kesinlikle okuyacağım canım arkadaşım teşekkürler :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...